Paranormal Olaylar

Bir Denizcinin Rüyası

   1828 yılında New Brunswick'teki St. John Limanına doğru yol alan 5. 5. Vestris Gemisinin birinci süvarisi İskoçya'nın aynı addaki kurtarıcısının soyundan Robert Bruce idi. Bir gün öğleye doğru Bruce kaptan ile güvertede güneşin durumunu inceliyordu. Biraz sonra ikisi de aşağıya indiler. 
   Birinci süvari hesaplarla bir süre uğraştıktan sonra yerinden kalkarak kaptanın kamarasına gitti. Kapıyı araladıktan sonra: 
"Affedersiniz efendim, ama ben hesapları çözemiyorum," dedi. 
Kaptanın kürsüsünde oturan adam başını kaldırınca, Bruce yıldırımla vurulmuşa döndü. Kürsüde oturan adam, kaptan olmak şöyle dursun, gemidekilerin hiçbirine benzemeyen bir yabancıydı. 
Bruce, yabancının sabit bakışları karşısında dona kalmıştı. Neden sonra, kaptanın kamarasından dışarı fırlayabilme gücünü bulabildi. 
   Kaptan güvertedeydi. Bruce, onu görünce: 
"Kaptanım kamaranızda bir yabancı var," diye haykırdı. 
"Bir yabancı mı? Kesinlikle süvari ya da kamarottur. Kamarama izinsiz olarak kim girebilir?"
Bruce, "Hayır. Kamaranızda ömrümde hiç görmediğim bir adam var," diye ısrar ediyordu. 
Bunun üzerine kaptan, "Bir daha kamarama git iyice bak," dedi. 
Bruce titredi; "Bir daha oraya tek başıma gitmemeyi tercih ederim," deyiverdi. 
   Biraz sonra kaptanla aşağı inince kamarayı boş buldular. Bütün gemi arandığı halde hiçbir yabancıya rastlanmadı. Bununla beraber Bruce, hikayesinde ısrar ediyordu. "Yabancıyı, kürsünüzün üzerindeki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğüme yemin ederim." diyordu. Kaptan, "O halde yazı hala orada olmalı," dedi. 
Biraz sonra yazı taşı elinde idi. Gerçekten yazı taşının üstünde bir şeyler yazılı idi. Kaptan, Bruce’e "Bu senin yazın olacak," dedi. Yaza taşının üzerinde "Kuzey Batıya dönün" sözcükleri yazılı idi. Kaptan devam etti: "Bruce, bizimle alay ettiğini itiraf et. Şuraya aynı kelimeleri yaz da senin yazını buradakiyle karşılaştıralım." 
   Karşılaştırma yapılınca, Bruce'un yazısının, yazı taşındakinden bütünüyle farklı olduğu görüldü. Bu sefer geminin bütün personelinin yazıları da karşılaştırıldı. Hiç kimsenin yazısı yazı taşındakine uymuyordu. Sonunda kaptan kararını verdi; "Ben Tanrı’ya, kadere kısmete inanırım," dedi. "Bu mesajın gizli bir anlamı olacak. Kuzey batıya dönelim de olanları görelim." 
   Gemi bir süre kuzey batıya doğru yol aldıktan sonra ileride bir buzdağı belirdi. Buzdağına yaklaşınca, başka bir geminin buzdağına çarpıp yapışmış olduğu görüldü. Sağ kalabilen birkaç kişi geminin dalgalarla kamçılanan güvertesine sıkı sıkı sarılmışlardı. Kurtarılan kazazedelerin bir tanesi Bruce'un dikkatini çekti. Bu adam, Bruce'un kaptanın kamarasındaki yazı taşına bir şeyler yazarken gördüğü yabancıya tıpatıp benziyordu. 
   Vestris, buzdağından uzaklaşınca, Bruce kaptana bu keşfini anlattı. Kazaya uğrayan geminin kaptanına da bu olaydan söz ettiler. Kaptan, "Ne anlatmak istediğinizi anlıyorum. Bu gemici bize, bugün kesinlikle kurtulacağımızı söylemişti," der. 
Vestris'in kaptan kamarasına çağrılan denizci, kurtarılmadan birkaç saat önce rüyasında, başka bir gemide bulunduğunu ve bu geminin, buzların üstünde kalan kazazedeleri kurtarmaya geleceğini görmüş olduğunu söyledi.

İç Varlık dergisi, sayı: 68, yıl: 1957




Kendiliğinden Yanma Olayı


   1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur. Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti. Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey. Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı.

Kendiliğinden yanma olaylarında ortaya atılan teoriler
   Alkolizm. Birçok Kendiliğinden yanma olayında kurbanın alkolik olduğu saptanmıştır. Ancak 19. yüzyılda yapılan araştırmalar alkole bulanan bedenin kendiliğinden yanma olaylarında görülen şiddetli yanığa sebep olamayacağını göstermiştir.
   Bedende yanıcı yağların depolanması. Birçok kurbanın normal kilolarının çok üstünde olduğu saptanmıştır ancak düşük kilolu kurbanlar da vardır.
   İlahi Müdahale. Yüzyıllar önce insanlar bu tür yanmaları tanrı tarafından verilen bir ceza olarak görüyordu.
 
   Statik elektrik oluşması. Bedeni bu şekilde tutuşturabilecek bilinen bu türde bir statik elektrik akımı yok.
   Yanlış beslenme. Yanlış beslenme sonucu sindirim sisteminde kimyasal maddelerin tutuşmaya sebep olabilecek şekilde karışması.
   İnsan bedeni içinde bulunan elektriksel alanların bir şekilde kısa devre yapma olasılığı ve bunun doğrultusunda bu türde bir atomik zincirleme reaksiyonun beden içinde müthiş bir ısı oluşturma olasılığı.
Kendiliğinden Yanma olayları hakkında hala tatmin edici bir açıklama bulunamamıştır ve bir esrar perdesi olarak kalmaya devam etmektedir.
         Kendiliğinden yanma olayından sonra geriye kalanlar
   Beden normal bir ateşle yanacağından çok daha şiddetli yanmıştır.
   Yanıklar tüm bedende eşit değildir. Eller ve ayaklar ateş tarafından dokunulmamışken, buna karşılık gövde şiddetle yanmıştır.
   Bazı olaylarda gövde tamamen yok olup küle dönüşmüştür.
   Bedenin bazı kısımları yanmadan kalmıştır. ( kol, ayak bazen de kafa)
   Sadece gödeyle teması olan objeler yanmıştır ve alev hiçbir zaman çevreye sıçramaz. Örneğin kurban yatakta yandığı halde altındaki çarşaflar yanmamıştır, giysiler hafifçe yanmıştır ve birkaç santim ötedeki yanıcı maddeler olduğu gibi kalmıştır.
   Tavanı ve duvarları yağlı kurum ve is kaplamakta ve duvardaki isler genellikle yerden üç dört ayak yüksekte görülmektedir.
   Üç dört ayak yükseklikteki objelerde ki hasar da yanmanın şiddetini işaret eder. ( erimiş mum veya çatlamış ayna gibi )
   Bir bedenin tamamen kömürleşmesi için 3000 derece sıcaklık gereklidir. Fakat olaylarda kurbanın çevresi zarar görmeden kalır. Sadece kurbanın bulunduğu nokta zarar görmüştür. (Krematoryumlarda genellikle kullanılan 2000 derecedir ki bu kemik parçaları bırakır ve bunlar da elle temizlenir , ayıklanır külün içinden) Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar. Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır.


   İşin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların 
hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat). Avrupa da ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır. Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir...


Yenikapı Efsanesi



   4. Murat devri. Padişah tarafından mey (şarap) afyon ve fal bakmak yasaklanmış. İstanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış.
   4. Murat bir gece tebdil-i kıyafet İstanbul'a indiğinde karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyormuş tabii. Bir ara sandalın yanından sarkan bir ipi çekmiş. İpin ucunda bir testi! Sultan "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş. Sandalcı "Ne olacak mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyor musun?" diye sormaktan da geri kalmamış.
Sandalcı da haliyle "Yahu hünkar nereden görecek bizi denizin ortasında" demiş. Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş.
   Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkara "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp "Bak bari" demiş. Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı "Efendi sorunu sor bakalım" demiş.Padişah "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş.
4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş.Padişah dayanamayıp "Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim.
Bilemezsen boynunu anında vurduracağım" demiş. Sandalcı sevinçle "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemeye başlamış.
4. Murat sandalcıya "Dönüşte İstanbul'a hangi kapıdan gireceğim?" diye sormuş. Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş "Hünkarım şimdi ben hangi kapıyı söylesem siz başka kapıdan girersiniz.
Affınıza sığınarak gireceğiniz kapıyı bir kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş.
Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş. Padişah kağıdı alır almaz daha bakmadan yanındaki fedaisine "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş.
Sonra da "Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul'a oradan gireceğim" demiş çevresindekilere. Kapı 5-10 dakikada açılıp padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bir ara sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun" O gün bugündür de işte o kapı "Yenikapı" olarak anılıyormuş.

Garip Bir Olay 3

   Babamız evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, ağabeylerimiz yan odada uyuyordu. Ben o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye bir gaz lambası kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan az ışıkta olsa odada her şey seçilebiliyordu. Ben iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. İçeri kafasında şapka bir adam girdi. “Bu şapka dediği şey örgü bere” Babamız evde olmadığı için dayım köyümüze gelerek sık sık bizde kalırdı. Yine geç vakitte dayım geldi diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada gaz lambasının asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantolon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın beyaz bir elbise giymişti, siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikise de bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda her ikisininde yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığımda çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam gaz lambasının ışığını biraz açtı. Her şeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. İşte o anda “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü dedi ?” Bu olaya odada bulunan annem, ben ve ablam aynı anda şahit olmuştuk. Annem sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım !!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Her şey daha iyi olacak.” O gece korkuyla birbirimize sarılarak uyuduk. Annem o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihte de bulundu. Sanırım evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık.Bu olayı olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şuanda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Genelde bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. Yaşandı bitti ! üzerinde durmuyoruz havasındaydılar.


17 Ağustos



   17 Ağustos gecesi, Adapazarı'nda yaşlı bir teyze, gece saat iki buçukta ana caddedeki apartmanlardan birinin zillerini çalmaya başlamış. Kimse kadına kapıyı açmamış, hatta uyandırdıkları için, camı açıp bağıran bile olmuş. Üst katlardan bir adam " Gecenin bu saatinde ne istiyorsun teyze?" diye sormuş. Kadın, "karnım aç oğlum. Bir parça ekmek var mı? deyince adam, "yok, yok. Allah Allah, gecenin bu saatinde ne bu yaa?" demiş. Yatağa döndüğünde karısı, yaşlı kadının aç olduğunu öğrenince "Keşke verseydik" demiş.
   Teyze zillere basmaya devam ediyormuş. En üstte yeni evli bir çift oturuyormuş. Kadının ne istediğini öğrenince kapıyı açıp yukarı çağırmışlar. Evin hanımı, hemen yiyecek bir şeyler hazırlamış. Kadına eşlik edip beraberce yemek yemişler. Yemek bitince yaşlı teyze " İçimde bir huzursuzluk var. Bir an evvel dışarı çıkalım" diye yalvarmaya başlamış. Genç çift, sırf kadını kırmamak için sokağa inmiş. Daha dışarı adım atar atmaz da her yan sallanmaya başlamış. Depremde o koca apartman yerle bir olmuş. O binada oturanlardan sadece yeni evliler ve kocasına "Keşke yemek verseydik diyen kadın ölümden kurtulmuş. Onu da 3 gün sonra enkazın altından çıkarabilmişler. 


Mezarlıktaki Yangın



   O yaz en büyük zevkimiz arkadaşlarla birbirimize korku hikayeleri anlatmaktı. Anlattığımız hikayeler hayal ürünüydü fakat yaşanmış gibi anlatırdık. Kendi uydurduğumuz hikayeye o ortamın verdiği gerilimle kendimiz de inanır ve korkardık. Aramızda en çok hikaye anlatan arkadaş Nedim'di. Nedim bizden büyüktü ve bizi korkutmaya iyi başarıyordu. Yine böyle bir gece Nedim bize ilginç bir hikaye anlattı. Hikayeye göre bazı insanlar sebepsiz yere içlerinden gelen bir ateşle küle dönüşecek kadar yanıyormuş. Bu yanma o kadar çabuk gerçekleşiyormuş ki, kendisini kurtarmaya zamanı bile olmuyormuş. Ayrıca bu olay kurban yalnızken gerçekleşiyormuş, yani kimse görmüyormuş neler yaşandığını. Bu anlattığı hikaye ilginç olduğu kadar inandırıcı gelmemişti bize. Fakat Nedim evinden getirdiği ansiklopedi de yazılanları bize gösterince tüylerimiz diken diken olmuştu hepimizin. Bu olaylar gerçek yaşanmış olarak anlatılıyordu ansiklopedide kanıtları ile. O gece eve koşar adımlarla çıktım ve bütün gece uyuyamadım. Ertesi gün ise belki hepimiz için hayatımızın en korkunç günü olmuştu. Gelen habere göre Nedim bir sokak arasında ölü bulunmuştu ve işin ilginç yanı Nedim'in gömüldüğü mezarlıkta 1 hafta sonra yangın çıkmıştı ve bütün mezarlar yanmıştı.


Donarak Ölmek


   Mezbahadan et taşıyan bir tırın sabahın erken saatlerinde yüklenip bir an önce yola çıkması gerekiyormuş. İşe sabahın kör vakti gelen işçiler, tırı yüklemeye başlamışlar. Tırın şoförü arkadaki soğuk hava deposunun kapısı kapatılır kapatılmaz yola çıkmış. Ancak son eti çengele takmaya çalışan işçinin içeride kaldığını kimse fark etmemiş. Uyku sersemi olan işçide başına gelen korkunç şeyi, ancak tır hareket edince fark edebilmi. Arkadaşları kaybolduğunu fark etmezlerse donarak öleceği kesinmiş. Bir süre duvarları yumruklamış ama sesini duyuramayacağını biliyormuş. Bir süre sonra üşümeye başladığından hareketleri yavaşlamış ve bir kenarda ölmeyi beklemeye başlamış. Cebinden çıkardığı bir kağıt ve bir kalemle yazmaya başlamış. 1.saat çok üşüyorum; 2. saat her yerim uyuşuyor. 3.saat ayaklarımı hissetmiyorum. 4.saat donarak ölmek istemiyorum, kalemi tutacak gücüm kalmadı, ellerim dondu..
   Tır etleri teslim edeceği yere geldiğinde şoförü dondurucunun kapısını açınca içerisinin soğuk olmadığını fark etmiş. Sabah yola çıkarken aceleden dondurucuyu çalıştırmadığını hatırlayan şoför, lanetler okurken köşede büzülmüş yatan işçiyi görmüş. Adamın uyuya kaldığını sana şoför, işçiyi sarstığı halde uyandıramamış.
   Polis olaya el koymuş, şoför tutuklanmış. Bir müddet sonra adli rapor açıklandığında işçinin ölüm nedeni vücut ısısının hızla düşüşü olduğu açıklanınca temize çıkmış. İşçi psikolojikman ölmüş.

Tren İstasyonu


   Arkadaşım John tren istasyonunda çalışıyordu.Tren istasyonun güvenlik görevlisiydi.Olayın olduğu   o gün gece işe gittiğinde işlerin garip gittiğini anlamış. Rayların makasını kontrol etmeye gitmiş  fakat karanlıkta makası bulamamış bu” kadar süre bir şey olmadı” deyip umursamamış  . İstasyona geri döndüğünde  uyuya kalmış. Rüyasında iki treni kaza yaparken görmüş.Kan ter içinde uyanmış içinden “kötü bir kabustu.” Deyip televizyonu açmış. Televizyonda son dakika haberlerinde tren kazası haberinin görünce korkmuş ne yapacağını şaşırmış. Hemen el feneri alıp ray makasını kontrol etmeye gitmiş yaklaşık 500 metre yürüdükten sonra makasa ulaşmış makasla oynandığını anlamış, bir km ileride yükselen dumanlar görmüş. Koşarak bakmaya gittiğinde iki trenin çarpıştığını görmüş hemen yardım etmeye koşmuş  her tarafla ölü ve yaralı insanlar varmış. Ardından bayılmış, ayıldığında kendini tren istasyonun 50 km ilerisinde ki ormanlık alanda bulmuş. Hemen en yakın yola çıkıp yardım istemiş. Yoldan geçen arabalardan biri John’u arabasına almış. John tren istasyonun orada arabadan inmiş. Televizyon hala açıkmış fakat son dakika haberlerinin hiç birinde tren kazası yokmuş hatta o gece önemli bir olayda olmamış ülke genelinde.Olanlara anlam verememiş.  Bu olaydan sonra üç ay zaman geçmiş. John’un karısı çocuklarıyla annesine ziyarete gitmeye karar vermişler ve tren bileti almışlar. Cuma akşamı yola çıkmışlar fakat John çalıştığı için gidememiş . O gece tekrar uyuya kalmış ve üç ay önceki kabusu görmüş bir patlama sesiyle uyanmış. Dışarı çıkıp baktığında yükselen dumanları görmüş. Yardım için koşup baktığında 12.vagonda karısını ve çocuklarının cesetlerinin görünce olduğu yere yığılmış. Kendine geldiğinde o gece gibi ormanda olmayı dilemiş fakat ailesinin cesetleri başında uyanmış. Bütün ailesini o gece kaybetmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder