Yaşanmış Korkunç Hikayeler

Cin Düğünü

   Olay 1940'lı yılların sonlarına doğru olmuştur. Babası hastalanan Haydar babasını hastaneye götürmek için köyünden ayrılır babasını hastaneye götürdükten sonra kardeşini ve annesini babasının yanında refakatçi olarak bırakarak tekrar köyüne dönmek üzere yola çıkar. Köy ana yola 30 kilometre uzaklıktadır. Köye ulaşım için önce şehirden bir taşıta biniliyor köyün patika yoluna gelince taşıttan inilerek bu 30 kilometrelik yol eşekle atla veya yürüyerek gidiliyor. Bu şekilde akşam saatlerinde köyün patika yoluna ulaşan Haydar sabah babasını getirdiği eşeği bağladığı yerde buluyor. Eşeğini alarak köyün yolunu tutuyor. 2-3 saat geçtikten sonra köye giden yoldaki son tepeye varıyor. Tepeyi çıkarken eşek huysuzluk yapıyor. Eşeğinden inip eşeğin ipinden tutarak eşeğiyle beraber tepeyi çıkmaya çalışıyor. Ancak eşek gelmek istemiyor. Zorda olsa eşeği sürükleyerek tepeye çıkmaya devam ediyor. O sırada tepenin arkasından gelen sesleri duyuyor. Sanki bir koyun, keçi sürüsü gidiyormuş gibi ayak sesleri duyuyor. Bu saate kim kalmış diye düşünerek eşeği bırakıp tepeyi hızlıca çıkıyor. Bir sürü keçinin ilerde ki bir tarlanın ortasında yanan ateşe doğru koşarak gittiğini görüyor. Şaşırıyor ancak anlam veremiyor. Daha sonra ateşe yaklaşan keçilerin iki ayakları üzerine kalkıp ateşin etrafında dönmeye başladıklarını görünce korkuyor. Hemen bildiği duaları okumaya başlıyor ve eşeği bıraktığı yöne doğru kaçmaya başlıyor ancak eşeğinin de aşağı doğru kaçtığını fark ediyor. Sonra davul sesleri gelmeye başlıyor. Eşeği patika yolun 200-300 metre uzaklığında, küçük bir su kenarının yanında duruyor. Haydar’da eşeğinin olduğu yere varıyor. Ancak davul seslerini bağırmaları, zılgıta benzeyen sesleri buradan bile duyuluyor. Eşeğini alıp daha da uzaklaşmak istese de eşek oradan ayrılmak istemiyor. Aradan biraz daha zaman geçiyor davul sesleri hala devam ediyor. O sırada başka bir sürü şehirden köye giden yönde patika yoldan gelmeye başlıyor. Bu sürü diğer sürü gibi sadece keçilerden oluşmuyor. Bu sürüde kedi, köpek, at, eşek, koyun, keçi her çeşit hayvandan var. Ve birbirleri ile konuşuyorlar ancak Haydar'ın bilmediği bir dilde. Haydar kendisini görmemeleri için saklanıyor ve dua ediyor. 200-300 metre uzaklarına yaklaşınca patika yoldan çıkmadan ona doğru bakıyorlar, onu işaret ediyorlar, o yöne doğru bağırıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. En arkadan gelen siyah renkli bir keçi tam önlerine geldiğinde ayağa kalkıp “gel bugün düğün var sende katıl bize bugün bizden kimseye zarar gelmez” diyor ancak Haydar korkudan hiç bir şey diyemiyor. Ayağa kalkan keçide bunun üzerine yoluna devam ediyor. Haydar eşeğinin oradan ayrılmak istememesini anlıyor. Bir nedenden dolayı oraya gelmiyorlar sadece bakıp geçiyorlar. Haydar da sabaha kadar orada bekliyor. Güneşin doğması ile davul sesleri zılgıtlar vs. sesler kesiliyor. Bunun üzerine yoluna devam ediyor, o tarlanın ortasında ki külleri ve her yerde ki dışkıları görüyor. Sonra sağ salim köye ulaşıyor.


Garip Bir Olay 2


 Bu olay Kayseri'nin  Bünyan ilçesinde yasandı. Olay Alfred Hitchcock’ un meşhur korku filmlerini bile çok gerilerde bırakacak kadar tüyler ürpertici. Gece bindiğiniz otomobilde direksiyonda kimse yoksa ne yapardınız?
Kendisi Bünyanlı olmayan, politikayla uğraşmış ve halen Kayseri’de yaşayan iş adamı, 22 Şubat 2001 tarihinde Bünyan sınırında, Kayseri Malatya kara yolu üzerinde, bir benzin istasyonuna girer. Lokantaya oturur ve orada kalabalık toplulukla birlikte bir ufak rakı içer. Yürüyüş mesafesindeki Bünyan'a gitmek için, lokantadan çıkar. Ancak dışarısı hem zifiri karanlık hem de korkunç bir kar-tipi fırtınası başlamıştır. Benzin istasyonuna yaklaşık 300 metre mesafedeki, Bünyan'a dönüş yolu kenarına varır. Oradan geçen bir arabaya binip, Bünyan'a ulaşma derdindedir. Fırtına daha da şiddetlenir. Adam bir-kaç adım ötesini bile görememektedir. Gelip-geçen bir araba da yoktur. Nihayet karanlıklar içerisinde, hayalet gibi yavaş yavaş yaklaşan bir arabanın iki farını fark eder. Arabanın, tam önünde yavaşlamasıyla birlikte hemen arka kapıyı açar ve arabaya biner. Kapıyı kapatır, araba yeniden hareket eder. İçeridekilere merhaba demek ister. Ama o da ne? Araba da kimse olmadığı gibi, direksiyonda da kimse yok. Birden paniğe kapılır. Korkuyla, hemen arabadan atlayıp, oradan koşarak uzaklaşmak ister ama hem araba hızlanmış, hem de korku ile dizleri bağlanmış, hareket edemez hale gelmiştir.Araba keskin bir viraja doğru yaklaşır. Adam dua etmeye baslar. Tüm günahları için tövbe eder. Arabayı durdurması için Allah'a yalvarır. Tam bu esnada, pencereden bir el uzanır ve direksiyonu kıvırarak, sert virajdan arabanın doğru yola dönmesini sağlar. Her tehlikeli dönemece yaklaştıkça, Allah'a yalvarış ve yakarışı artar ve her seferinde de bir el dışarıdan uzanıp, direksiyonu çevirir. Sonunda kendisini biraz toparlar, ayaklarını kımıldatır. Ya Allah koru beni…” deyip, kapıyı açmasıyla birlikte, kendisini arabadan dışarı fırlatır. Bir kaç takla attıktan sonra,şarampolde kendisine gelir. Defalarca bildiği duaları okuyarak, Bünyan'a yürüyerek ulaşır. ve bir kahvehaneye girer. Üstü başı ıslak ve şok haldedir. Kendisini tanıyanlar hemence sobanın başına alırlar. Eline bir çay verirler. Bir müddet sonra kendisine gelip, sesi titreyerek, başına gelen doğaüstü ve korkunç olayı anlatır. Olayı dinleyenler inanmak istemeseler de, anlatan kişinin aklı başında ve toplumsal sorumluluk taşıyan bir pozisyonda olduğunu bildiklerinden,herkeste derin bir sessizlik oluşur. Yaklaşık yarım saat sonra, aynı kahvehaneye Koyunabdal köyünden iki kişi girer. Bir masaya oturur ve iki bardak çay söylerler. Bu arada, gelenlerden birisi, diğerine şunları söyler : Ahmet baksana, şu sobanın başında oturan geri zekalı, bizim araba yolda kalınca, biz arabayı iterken, arabaya binip-inen kişi değil mi? 


Keçi Olayları 2


 Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı… Urfa’da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların
devam edip etmediğini bilmediğini fakat yeniden de emin olmadığını söylerdi bize. Zira köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin isimi “Karakeçi”, nam-ı diğer “Cinli Köy”. Etraf kasaba ve köylerin insanları, cinlerin yapıştığı bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.
   1900′lü senelerde Karakeçi’nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Tembellik basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun yüzünü yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey etrafında toplanmış ve başında bekleyen, ona asabi asabi bakan ve bağırıp çağırarak ağza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve hane ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar “Gul Yaban”i söylentileri çok yaygınmış ama yine de İbrahim’in anlattıklarını çok absürt bulmuşlar. Hem de onun çıldırdığını sanmışlar.  Olay bir müddet sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için haneden çıkmış ve sonrası sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir durumda, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş.  Çobanın erkek çocuğu Hüseyin, bir kaç sene sonra hanede yalnız kaldığı bir vakit, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, hane hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka bir şeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, şeytanlar gider diye; ama her ne kadar Allah’a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamıyla seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bir takım koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş dahi. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarmalarının hemen peşinden sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı vakit herkes ona inanmış, zira bir iki dakika önce her vakit hanelerinin duvarına asılı olan Kuran-ı Kerim’i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de etraf köylere bu olay dağılmış ve köy bundan sonra “Cinli Köy” diye anılmış. Fakat bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin’de bu hadiseden sonra bir daha korkudan ağzına “Allah” lafını alamamış. 10 yıl sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan fal taşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın can vermeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını fark etmiş.Ondan sonra bütün haneye ve de hane halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin’in nasıl can verdiği anlaşılamamış, çünkü o gece yanında  kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bir takım homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş fakat önem vermemiş.
   Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara’ya taşınmış, izdivaç edip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu çok severdik. Bazı acayip hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük.
Can vermeden evvelki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.



Keçi Olayları


   Olay bir köyde geçiyor. Köylünün biri, sabaha doğru işini halletmek için at arabasıyla komşu köye gidiyor. İşini halledip köye dönerken yolda meleyen bir keçiye rastlıyor. "Herhalde köydeki birine aittir, kaçmıştır." diyerek arkasına alıyor. Aynı zamanda ilgi çekici bir gelişme oluyor. At, bir türlü gitmiyor. Dehliyor, kırbaçlıyor fakat at gitmiyor. Aklına ansızın keçi geliyor adamın. Arkasına döndüğünde keçinin kıpkırmızı ve ışıldayan gözleriyle karşılaşıyor. Hemen dua okuyor. can havliyle keçiye bir tekme atarak yere düşürüyor. Keçi düştükten sonra at zembereğinden boşalmış yay gibi fırlıyor. Adam kendini haneye zor atıyor. Sonrası gün köylüler olayın olduğu yere gidiyorlar. Tekerler izleri keçinin alındığı yere kadar normalken, arabaya alındığı yerde derin tekerlek izleri olduğunu görüyorlar ve sonra yeniden normal tekerlek izler. Adam o gün bugündür, yanına kimseyi almadan köy dışına çıkmıyor.


Kanlı Gömlek


   Bu olay, Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1993 yılında bitiren Dilek İsimli bir kızın başından geçmiş.

   Dilek bir gün okuldan çıkmış, durakta otobüs bekliyormuş. Yalnız korkunç yağmur yağıyormuş. Kızın önüne bir araba yanaşmış. İyi giyimli, temiz yüzlü bir genç, " Yanlış anlamayın ne olur. Bende yakın zamana kadar öğrenciydim. Islanmayın, gelin ben sizi uygun bir yere kadar bırakayım" demiş. Dilek başta tereddüt etmiş ama çocuğun iyi niyetine inanmış ve arabaya binmiş. 
   Yolda sohbet falan etmişler. Hoşlanmışlar birbirlerinden. Çocuk,"Lütfen izin verin sizi evinize bırakayım. Bakın yağmur da iyice hızlandı" demiş. Dilek kabul etmiş tabi. Sohbet iyice koyulaşmış. Kızın evine gelmişler, bu arada telefon değiş tokuşu yapmayı ihmal etmemişler. Dilek çok etkilenmiş çocuktan. O hafta her telefon çaldığında yüreği hop etmiş, Ama arayan o çocuk değilmiş her seferinde. Dilek yüzünü kızartıp çocuğu aramaya karar vermiş, "Belki numarayı kaybetmiştir, ne olacak ki ben arasam" deyip kandırmış kendini. Telefonu ağlayan bir kadın sesi açmış. Meğer teyze bizim çocuğun annesiymiş ve hıçkıra hıçkıra, oğlunun trafik kazasında öldüğünü söylemiş. Anlattıklarından Dilek anlamış ki, çocuk onu bıraktıktan beş dakika sonra yapmış kazayı," Keşke eve bıraktırmasaydım. Bütün suç benim diyerek hemen kendini suçlamaya başlamış. Suçluluk duygusundan kurtulmak için çocuğun annesinden adresi almış." En azından başsağlığına gideyim diye düşünmüş.
Ziyaret ağlamaklı ve yaslı geçmiş. Ayrılma vakti geldiğinde iyice havaya giren kız, " Bana oğlunuzdan bir hatıra verebilir misiniz?" Onu gerçekten çok sevmiştim demiş. Bunun üzerine anne içeriye gitmiş, döndüğünde elinde çocuğun kaza günü üzerinde olan gömlek varmış. Üstelik de hala kanlar içindeymiş. Dilek çok kötü olmuş, gömleğin niye saklandığını ve niye ona verildiğini anlamamasına rağmen yine de kadını kırmayıp almış gömleği. Eve gelir gelmez ilk işi gömleği yıkayıp, ütülemek olmuş. Bütün gece gömleğe baka baka, zır zır ağlamış. Sürekli de " Onu ben öldürdüm, onu ben öldürdüm. diye tekrar ediyormuş kendi kendine. Artık ağlamaktan yorgun düştüğünde gömleği yastığın altına koymuş ve yatmış. Sabah uyandığında kendini daha iyi hissediyormuş. Ama yastığı kaldırdığında gömlek yine kanlar içinde olduğunu görmüş. İnanamamış bu duruma. " Herhalde dün o kafaya iyi yıkayamadım" diyerek yeniden yıkamış gömleği. Ama ertesi sabahta hiç bir değişiklik yokmuş gömlekte, yine kanlar içindeymiş.


İki Kız


   Bir otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bir araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama stepne'de patlakmış. Adam," Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. Ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız" demiş. Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bir fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev, bir apartmanın 7.katında, hoş bir daireymiş. Stepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada omega marka saatini de kolundan çıkarıp aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin, "Kahve hazır" diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de Omega marka saatini banyoda unutmuş. Kızların sohbeti çok keyifliymiş vaktin nasıl geçtiğini anlamamışlar. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. 
   Sabah 7'de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızların evinde bıraktığını fark etmiş, "İyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur". diye düşünmüş. Akşam iş bitimi saati almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızlardan artık o dairede yaşamadığını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşler meğerse. Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bir mezarlıkta yatıyorlarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış." Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim" demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne götürmüş. Adam çok meraklanmış tabi. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. Omega marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş.


Cinle Tavla Oynamak


   Üniversiteye giden bir genç kız varmış. Bir gün okuldan çıkışta arkadaşları, "Ruh çağıralım, cin çağıralım." demişler ve kızı ikna etmişler. Korkmuşlar fakat çağırmaya karar vermişler. Klasik, bildiğimiz gibi fincana parmaklarını koyuyor 8-9 kişi ve " Ey ruh, geldiysen üç defa vur." ile başlıyorlar. Gerçekten üç defa vuruyor. Kız, inanmıyor halan. Sonra "Buraya gelirsen sana sorular sorabilir miyiz?" falan deyip ikna edip odaya getiriyorlar. Herkes, onla korka korka konuşuyor. Sıra kıza geliyor. "Sen bir şey sormayacak mısın?" diyor. "Ben, bunların baştan beri oyun olduğunu biliyorum ve gerçekte böyle bir şey yoktur" diyor kızımız. "İyi,senle karşılaşacağız." dedikten sonra merasim bitiyor ve herkes, o akşam dağılıyor. Akşam 11'de çıkıyorlar. Kız, teyzesinin evine gittiğinde saat 12 oluyor. Teyzesi, ona yemek hazırlıyor. Yemekten sonra da teyzesini de onu da uyku tutmuyor ve gece üçe kadar tavla oynuyorlar. Sabah 11'de kız uyanıp telefonu açıyor kız. Babası, 10 dakika sonra arıyor. "Kızım bütün gece neredesin sen? "Baba, teyzemle akşam saatlerine kadar oturduk." Kızım, yalan söyleme! Dün akşam saat 11'de teyzen hastalandı. Onu geldik aldık. Gece üçte teyzen vefat etti. Kız, tabi gece kiminle tavla oynadığını, "Yeniden görüşüceğiz." diyen kişiye ait olduğunu anlıyor.

Garip Bir Olay 4


   Yıllar önce bir yaz akşamı evde bilgisayar oynuyordum. Bizimkiler yazlığa gitmişti bende hasta olduğum için bir hafta sonra gidecektim evde yalnızdım. Oyundan canım sıkılınca korku filmi açıp izlemeye başladım. Bizim ev dubleksti benim oda üst katta mutfağın hemen yanında orada izliyordum filmi neyse. Film bitti saat gece ikiyi on iki geçiyordu yatayım dedim. Alt kattan tıkırtılar gelmeye başladı. Aşağı indim baktım enteresan bir durum yoktu. Pencereyi açık bırakmışım gittim kapattım rüzgar ses yapmıştır herhalde deyip yukarı çıktım. Pencereyi açık bırakırdık genelde çünkü apartmanın son iki katında bizim ev yani güvenli hırsız riski falan yok anca kapıdan girer. Sonra terasa çıktım bir sigara yakıp içtim içeri girdiğimde alt katta yanan ışıkları fark ettim gidip baktım tüm odaların ışıkları yanıyordu haliyle biraz korktum. Hepsini kapattım yukarı odama çıktım yatmaya fakat içimde bir huzursuzluk vardı. Mutfağa su içmeye gittiğimde alt katın ışıklarının yine açık olduğunu gördüm. Elime mutfaktan bir bıçak aldım aşağı indim teker teker odaları dolaştım kimse yoktu. Işıkların hepsini kapattım uyuyamıyorum uykum kaçtı. Bari alt katta oturayım dedim ışıklar falan kendiliğinden yanıyor, belki yanmaz falan diye düşündüm cesarete bak kaçsana evden bendeki de kafa..Oturuyorum televizyona falan bakıyorum gözüm üst kattaki odalara çarptı bu seferde üst katın ışıkları yanıyor. Yukarı çıkamadım beş dakika sonra elektrikler gitti. Her yer zifiri karanlık o karanlıkta uykuya dalmışım. Uyandığımda elektrikler gelmişti. Kapıyı yatarken açık bırakmıştım kalktığımda kapı kapalıydı. Kapıyı açmayı denedim açılmıyor omuzluyorum kırılmıyor.Televizyonu açmayı denedim açılmıyor elektrik var ama sanki mahallede sadece benim odada var dışarısı kapkaranlık. Camdan baktığımda siyah gölgeler gördüm. Telefondan saate bakmak istedim telefon açılmıyor. Yaklaşık bir saat falan öyle oturduğumu hatırlıyorum sonrasında uyumuşum kalktım her şey düzelmiş.Beni asıl şok eden şey saate bakmamla gerçekleşti.Saat ikiyi on üç geçiyordu. Ya onca olayı bir dakika içinde yaşamıştım yada onun gibi bir şeydi.

1 yorum: